Ekranlardaki Ulus: Dijital Milliyetçilik Üzerine

Zelal Özdemir

Son yıllarda milliyetçiliğin dünya genelinde yeniden görünürlük kazandığı sıkça dile getiriliyor; popülizmin farklı coğrafyalarda güçlenmesi, göç politikalarındaki sertleşme ve küresel krizlerin siyasal söylemleri keskinleştirmesi bu değerlendirmelerin temel dayanakları arasında. Ancak Siniša Malešević’in (2025) 21. yüzyıl Avrupa’sını uzun dönemli bir tarihsel çizgi içinde ele alan çalışması bu yeniden görünürlük halinin “ani bir yükseliş”ten ziyade daha derin bir sürekliliğin parçası olduğunu savunuyor. Malešević’e göre Avrupa’da milliyetçilik ne 19. yüzyılın sonunda zirveye ulaşıp sonra gerilemiş bir ideoloji ne de son on yılın beklenmedik bir dönüşü; aksine devlet aygıtlarının güçlenmesi, eğitim sistemlerinin yaygınlaşması ve ulusal sembollerin gündelik hayata yerleşmesi sayesinde yüzyıllardır artan bir ivmeyle toplumsal dokunun içine sinmiş uzun dönemli bir yapı. Malešević, banal ve gündelik milliyetçilik literatürüne yaslanarak, bu sürekliliğin gündelik hayatın sıradan detaylarında, yemekten spora, anma ritüellerinden turizme, sessizce yeniden üretildiğini vurguluyor (bkz. Billig, 1995; Skey, 2011; Fox, 2017).

Bu durumda popülist aktörlerin milliyetçi söylemleri öne çıkarması ya da kriz dönemlerinde ulusal aidiyetin hızla mobilize olması, yeni bir dalgadan çok zaten var olan bir ağırlığın yeniden görünür hale gelmesi olabilir mi? Peki bu görünürlük nereden geliyor? İşte tam bu noktada dijital milliyetçilik kavramı önemli bir perspektif sunabilir. Dijital mecralar, banal milliyetçiliğin sessizce işlediği bu gündelik alanı hem sürdürüyor hem de dönüştürüyor. Sosyal medya, görünmez olanı görünür, ölçülebilir ve paylaşılabilir kılıyor.

Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte milliyetçilik de yeni bir boyut kazandı. Geleneksel medyadan farklı olarak, Twitter, Instagram ve diğer platformlar artık sıradan vatandaşların ulusal anlatıları şekillendirebildiği, tartıştığı ve yaydığı alanlara dönüştü. Bu dönüşüm, akademik literatürde “dijital milliyetçilik” olarak kavramsallaştırılıyor. Dijital milliyetçilik, internetin ve sosyal medyanın kullanılarak ulusal kimliklerin üretilmesi, sürdürülmesi ve yayılmasını ifade ediyor. Bu kavram, hem gündelik kullanıcıların hem de elit aktörlerin dijital platformlarda milliyetçi söylemleri nasıl inşa ettiklerini anlamaya çalışıyor. Önemli olan şu: artık milliyetçi anlatılar sadece devlet kurumları veya ana akım medya tarafından değil, milyonlarca sosyal medya kullanıcısı tarafından da üretiliyor ve dolaşıma sokuluyor. Chris Chao Su ve Jun Liu’nun (2025) karşılaştırmalı çalışmalarında vurguladıkları gibi, dijital milliyetçilik belirli bir ideolojiden çok, kullanıcıların platformlar aracılığıyla kurdukları etkileşimlerle biçimleniyor. Milliyetçilik burada bir söylem değil, bir dolaşım hali, yani duyguların, tepkilerin, hatta mizahın içinde yeniden üretilen bir topluluk duygusu.

Türkiye’de bu dönüşüm en çok sosyal medyada gözleniyor. TikTok’ta ironiyle harmanlanan kısa videolar, X’te anlık tepkilerle kurulan politik espriler, Instagram’da “biz”i tarif eden görsel semboller. Hepsi ulusal kimliğin gündelik ve dijital üretim alanları haline geliyor. Bu içeriklerin çoğu belirli bir ideolojik çizgiye bağlı olmaktan ziyade, duygusal bir ritme sahip: kızgınlık, övünç, kırgınlık ve mizah aynı akışta yan yana duruyor. Bir TikTok videosunda bir gencin “buralı olmanın” zorluklarını anlatırken aynı zamanda bundan gurur duyması, aidiyetin hem eleştirel hem koruyucu biçimlerini aynı karede buluşturuyor. Milliyetçilik bu nedenle artık bir doktrin değil ortak bir duygulanım biçimi olarak karşımıza çıkıyor.

Dijital mecralar bu duygulanımı hem görünür kılıyor hem de yönlendiriyor. Algoritmalar, en çok tepki uyandıran içerikleri öne çıkararak milliyetçiliği bir “duygu ekonomisi”ne dönüştürüyor. Beğeniler, paylaşımlar ve yorumlar bir tür dijital yurttaşlık göstergesine dönüşmüş durumda. Bu durum, milliyetçiliğin sadece “ülke sevgisi” olarak değil, bir “etkileşim pratiği” olarak yaşandığını gösteriyor. Kullanıcılar birbirlerinin duygularını, öfkelerini, gururlarını beğeniler ve paylaşımlar üzerinden tanıyor ve onaylar hale getiriyor. Sosyal medyada viral olan bir bayrak görseli, tarihsel bir referans ya da geopolitik bir kriz anında paylaşılan bir harita, sadece bilgi vermekle kalmıyor aynı zamanda dijital bir cemaat yaratıyor, ortak bir duygusal zemini pekiştiriyor.

Türkiye’de dijital milliyetçilik, kendine özgü bazı dinamiklerle şekilleniyor. Her şeyden önce, tarihsel anlatılar bu sürecin merkezinde yer alıyor. Osmanlı mirası, Kurtuluş Savaşı, 15 Temmuz gibi olaylar sosyal medyada sürekli hatırlatılıyor, yeniden yorumlanıyor ve görsel içeriklerle dolaşıma sokuluyor. Bu anlatılar tek bir milliyetçilik biçimine ait değil, farklı kesimler aynı sembolleri farklı duygusal yüklerle sahipleniyor, bazen de aynı platformda birbirine rakip ulusal hikâyeler yan yana dolaşıma giriyor. Bu anlatılar, ulusal kimliğin sürekli olarak yeniden üretilmesini sağlıyor; ama artık ders kitaplarından değil, ekranlardan, viral içeriklerden ve birbirlerine verdikleri tepkilerden öğreniliyor. Dışarıya yönelik düşmanlık ve içeriye yönelik dayanışma da Türkiye’deki dijital milliyetçiliğin belirgin özellikleri arasında. Özellikle geopolitik krizler sırasında, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz gibi konularda, sosyal medyada yoğun milliyetçi mobilizasyon gözlemleniyor. Hashtag’ler, meme’ler ve video içerikler hızla yayılıyor ve kolektif bir ulusal his yaratıyor. Ancak bu yeni biçim, kamusal tartışmalarda iki yönlü bir gerilim yaratıyor. Bir yandan ortak bir duygusal zemin kurarak toplumsal dayanışmayı güçlendirebiliyor ve özellikle kriz anlarında “biz” duygusunun pekişmesini sağlıyor. Diğer yandan ise bu duygunun çevrimiçi kutuplaşmayı besleyen bir gösteriye dönüşme riski var.

Özellikle gençler arasında görülen “ironiyle karışık gurur” hali dikkat çekici. Bir genç, TikTok’ta Türk kahvaltısının ihtişamını abartılı bir montajla sunarken hem bu kültürel öğeyle gurur duyuyor hem de “biz böyleyiz işte” dercesine kendini karikatürize ediyor. Bu tavır, aidiyeti reddetmiyor aksine, onu ironik bir mesafe üzerinden sahipleniyor. Milliyetçilik burada ciddi bir ideolojik pozisyon olmaktan çıkıp esnek, oyuncu bir kimlik performansına dönüşüyor.

Bu yeni dönemde ulus, bir coğrafya ya da kurumdan çok, bir dijital sahneye benziyor. Her kullanıcı bu sahnede hem izleyici hem aktör; milliyetçilik ise kimliğin sabit ifadesi değil, paylaşım anında yeniden yazılan bir hikâye. Ulus artık sadece bir tarih anlatısı değil, sürekli güncellenen bir çevrimiçi sahne. Belki de mesele sadece milliyetçiliğin artması ya da azalması değil aynı zamanda onu hangi mecralarda, hangi biçimlerde gördüğümüz.

Referanslar

Billig, Michael. 1995. Banal Nationalism. London: Sage.

Fox, Jon. 2017. “The Edges of the Nation: A Research Agenda for Uncovering the Taken-for-Granted Foundations of Everyday Nationhood.” Nations and Nationalism 23 (1): 26–47. https://doi.org/10.1111/nana.12269

Malešević, Siniša. 2025. “Nationalism and War in the 21st-Century Europe.” JCMS: Journal of Common Market Studies 63 (Annual Review): 20–35. https://doi.org/10.1111/jcms.70027

Skey, Michael. 2011. National Belonging and Everyday Life. London: Palgrave.

Su, Chris Chao ve Jun Liu. 2025. “Digital Nationalism in Comparative Perspective: Trump Blaming China on Social Media in the United States and China.” Nations and Nationalism. https://doi.org/10.1111/nana.70025

Oku

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Doç. Dr. Zelal ÖZDEMİR

Lisans: Hacettepe Üniversitesi Yüksek Lisans: School of Oriental and African Studies (SOAS) Yüksek Lisans: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yüksek Lisans: London School of Economics (LSE) Doktora: Orta Doğu Teknik Üniversitesi

Araştırma Konuları : Uluslararası Siyaset, Ortadoğu Çalışmaları, Kimlik Politikaları, Göç Çalışmaları, Sivil Toplum ve Toplumsal Hareketler, Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları.

Latest videos