İlgar Seyidov
Gazetecilik eğitimi alan, ya da İletişim Fakültesi çatısı altında herhangi bir bölüme başlayan öğrencilere öğretilen temel “şeylerden” biri kitle iletişim araçlarının üç önemli görevinin olduğudur: kamuyu bilgilendirme, öğretme ve eğlendirme. Yani bu üç işlev toplumsal bir yapının sürdürülebilirliği ve demokratik düzenin sağlanabilmesi için fazlasıyla önemlidir. Ciddi bir iştir gazetecilik ve medya sektöründe çalışmak. Peki, medya demokratik düzenin oluşmasında bu üç işlevini nasıl gerçekleştirir?
Bunun cevabı, benim de bir zamanlar öğrenci iken öğrendiğimde (eminim diğer İletişim öğrencileri de öyle hissetmiştir) heyecanlandığım ve “vay be ne kadar önemli iş yapacağım” dedirten liberal savlardır. Bu anlayışa göre medya (basın) “dördüncü güç”tür. Devletin yasama-yürütme-yargı olarak üç erkine benzetilerek kullanılan bu tanım medyanın kamu çıkarlarını gözetmesi ve iktidarların bir nevi denetimini yapmasıdır. Peki, medya “dördüncü güç” ise, yani “güç” kavramı ile eşdeğer kullanılıyorsa, o zaman kendi çıkarlarını ve ideolojisini oluşturan bir yapıya dönüşmez mi? O zaman nasıl objektif bir denetim mekanizması geliştirebilir?
Diğer önemli demokratik görevi ise çoğulcu bir görüş ortamını yansıtabilmesidir. Yani, muhalif olan-olmayan, farklı, benzer tüm görüşlerin yansıtıldığı bir “serbest fikir pazarı” oluşturmasıdır. Peki, “pazar” kavramını yurttaşlara ve topluma karşı kutsal işlevleri ve hedefleri olan medya için kullandığımızda, ne kadar inandırıcı olabilir? Pazar dediğimiz “yer” ya da “ortam” çıkarların alış-verişinin yapıldığı bir mecra değil midir? O zaman gerçekten tüm azınlıkların görüşleri medyada yer bulabilir mi? Hele ki bahsettiğimiz anaakım medya araçları ise…
Hepsine topyekûn cevap verelim desek (ki o kadar basit değil bu) ve Chomsky’e sorsak. Sadece iki çalışmasından bile- “Medyanın Denetimi” ve “Medyanın Gerçeği” kitaplarından çıkarımlar yaparak bize şöyle cevap verir: “Medya halka hizmet etmez. Bağımlı olarak devletin ve diğer şirketlerin, örgütlerin çıkarlarına hizmet eder.” Chomsky’e göre medya eleştiri yapar ancak bunu yaparken de belirli sınırlar içinde kalarak “bazı” çıkarları korur. O zaman demek ki “mış” gibi yapar…
Bu kadar karmaşık yapının içinde medyanın demokratik düzene bir zamanlar bizlere öğretildiği gibi gerçek anlamda en basit şekliyle hizmet edebilmesi, yurttaşlara ve topluma olan sorumluluğunu getirebilmesi mümkün müdür? Bunu da Gurevitch ve Blumler’a sorarak cevaplandırırsak:
- Medya araçları yurttaşları doğru şekilde bilgilendirmelidir.
- “Anlamlı” gündem (toplumu gerçekten ilgilendiren meseleler) oluşturmalıdır.
- Siyasal gruplara, baskı ve çıkar gruplarına “kendini ifade” hakkı sunmalıdır.
- Eşit düzeyde tüm toplumsal gruplara temsiliyet sağlamalıdır.
- Çeşitli görüşlerin, düşüncelerin, perspektiflerin konuşulmasına ve tartışılmasına olanak sağlamalıdır.
- Kamunun çıkarların gözeterek aslında iktidar, muhalefet ve halk arasında bir “diyalog” ortamı oluşmasına katkı sunmalıdır.
Bunlar medyanın -artık ideallere dönüşen- temel görevleri. O zaman, Türkiye demokrasisinde medyanın yeri üzerine kafa yorarken sorulması gereken soru da şu: Türkiye’de anaakım medyada ya da muhalefet medyasında bunlar oluyor mu?
Oku