İbrahim Birkan
Türkiye’de turizm sektörü, kaydettiği istikrarlı büyüme neticesinde, küresel, bölgesel ve ulusal düzeydeki çeşitli zorluklara rağmen, ülke ekonomisinin en önemli itici güçlerinden biri konumuna ulaşmıştır. Sektör, emek-yoğun yapısı ve önemli bir döviz kaynağı olma özelliği ile, istihdam sorunları ve cari açık ile mücadele eden Türkiye ekonomisinde, yarattığı yüksek çarpan etkisi bakımından kritik bir öneme sahiptir. Türkiye, sahip olduğu doğal, kültürel ve tarihi zenginlikler sayesinde uluslararası turizm pazarında güçlü bir rekabet avantajı elde etmektedir. Bu bağlamda, turizm sektörünün 2024 yılı performansının olumlu ve olumsuz yönleriyle nesnel bir değerlendirmesinin yapılması gerekli görünmektedir.
Türkiye, 2024 yılı sonu itibarıyla 61 milyon turist ve 61.103 milyar dolar turizm geliriyle küresel turizm pazarında önemli bir destinasyon konumuna yükselmiştir. İstanbul’un 2024’te dünyanın en çok ziyaret edilen şehri olması ve Antalya ile birlikte en çok ziyaretçi çeken ilk on şehir arasında yer alması, bu başarıyı teyit etmektedir. Gelecek beş yıllık perspektifte Türkiye’nin turizm göstergeleri bakımından ilk beş ülke arasına yerleşmesi öngörülmektedir. Bundan sonraki süreçte stratejik hedef, Türkiye’nin Mısır-Tunus-Türkiye üçgeninden çıkarak, İspanya-İtalya-Türkiye liginde konumlandırılması ve küresel turizm pazarında ilk üç destinasyon arasında yer alması olmalıdır. Türkiye’nin turizm stratejisinde 2028 yılı için belirlenen 100 milyon turist ve 100 milyar dolar gelir hedefi, mevcut büyüme dinamikleri göz önüne alındığında gerçekçi görünmektedir.
Günümüzde küresel ve ulusal turizm hareketlerinin temel motivasyonunu, 3S (Sea, Sand, Sun) olarak tanımlanan deniz, kum ve güneş turizmi oluşturmaktadır. Türkiye turizminde 3S turizminden vazgeçmeden, diğer turizm türlerinin entegre bir şekilde geliştirilmesi mümkündür.
Türkiye, uluslararası turizm pazarında ziyaretçi sayısı bakımından ilk altı ülke arasında yer almasına karşın, kişi başı turizm geliri sıralamasında 25. konumda bulunmaktadır. Bu gösterge, ilk bakışta olumsuz bir veri olarak değerlendirilebilirse de detaylı analiz gerektiren kompleks bir durumu yansıtmaktadır. Kişi başı turizm geliri, toplam turizm gelirinin toplam ziyaretçi sayısına oranlanmasıyla hesaplanmakta, ancak bu hesaplama yöntemi çeşitli metodolojik kısıtlar içermektedir.
Türkiye’ye Bulgaristan, İran ve Gürcistan gibi komşu ülkelerden gelen yaklaşık 8 milyon ziyaretçinin önemli bir bölümü, öncelikli olarak alışveriş amacıyla seyahat etmektedir. Bu durum, kişi başı turizm geliri hesaplamalarında hem pay hem de payda üzerinde aşağı yönlü bir baskı oluşturmaktadır. Turistlerin gerçekleştirdiği önemli miktardaki alışveriş harcamaları turizm geliri olarak doğru hesaplanmamaktadır. Ülkeye giren fakat turizm geliri olarak tespit edilmeyen bu meblağ menşei belirsiz döviz girişleri arasında değerlendirilmektedir. Bu durum, ödemeler dengesindeki net hata ve noksan kaleminde görülen yüksek tutarların açıklanmasını güçleştirmekte ve Türkiye’nin uluslararası finansal değerlendirmelerde dezavantajlı bir konuma düşmesine neden olmaktadır.
Türkiye’nin turizm sektöründeki kurumsal yapılanmasında önemli bir gelişme, Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı’nın (TGA) 2019 yılında kuruluşudur. Uluslararası turizm pazarında Türkiye’nin başlıca rakipleri, benzer kurumsal yapılanmaları çok daha erken dönemlerde tesis etmişlerdir. TGA’nın, kamu ve özel sektör kaynaklarından oluşan kapsamlı bütçesinin, sektör temsilcilerinin de yer aldığı profesyonel yönetim ve icra kurulları tarafından stratejik biçimde yönetilmesi, son yıllardaki turizm performansının artışında önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Geleneksel turizm fuarlarının etkinliği ve işlevselliği, dijital dönüşümün etkisiyle giderek azalmaktadır. Bu dijital dönüşüm sürecinde, TGA’nın faaliyetlerini yenilikçi teknolojiler ve dijital platformlar üzerinde yoğunlaştırması stratejik bir zorunluluk haline gelmiştir.
Türkiye, kültür turizminin önemli bir bileşeni olan arkeolojik turizm açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Türkiye’de yakın dönemde keşfedilen arkeolojik bulgular, insanlık tarihine ilişkin mevcut bilgilerin yeniden değerlendirilmesini gerektirecek nitelikte ve öneme sahiptir. Türkiye’deki arkeolojik kazı çalışmaları 160 yıllık bir geçmişe sahip olmasına karşın, mevcut arkeolojik potansiyelin yalnızca sınırlı bir bölümü gün ışığına çıkarılabilmiştir. Türkiye’nin en köklü arkeolojik kazı alanlarından biri olan Efes Antik Kenti’nde dahi, araştırmaların ancak yüzde 25’lik bölümü tamamlanabilmiştir. Türkiye’deki arkeolojik kazı çalışmalarının sayısı ve ilerleme hızı, mevcut potansiyelin altında seyretmektedir. Bununla birlikte, son dönemde arkeolojik araştırmalara yönelik artan kurumsal ilgi ve kaynak tahsisi, müzelerin modernizasyonu, restorasyonu ve gece ziyaretine açılması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.
Türk Hava Yolları (THY), son yirmi yıllık süreçte gösterdiği istikrarlı büyüme performansıyla, küresel havacılık sektörünün önde gelen aktörlerinden biri konumuna yükselmiştir. THY’nin mevcut durumda Türkiye çıkışlı 330 doğrudan uçuş noktasına sahip geniş uçuş ağı, ülke turizminin gelişiminde stratejik bir rol oynamaktadır. Yeni açılan uçuş rotalarıyla birlikte, belirli kaynak pazarlardan Türkiye’ye yönelik turist akışında üç ila on kat arasında değişen oranlarda kayda değer artışlar gözlemlenmiştir. THY’nin öngörülen büyüme stratejisinin ve genişleyen uçuş ağının, Türkiye’nin turizm sektörünün gelişimine doğrudan pozitif etki sağlayacağı öngörülmektedir.
Türkiye turizm sektörünün mevcut 2,25 milyon yatak kapasitesi, artan talep karşısında yetersiz kalmaktadır. Sezonsal yoğunlaşma ve yüksek doluluk oranları dikkate alındığında, yatak kapasitesinin artırılması sektörel bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır. Sektörün ihtiyaç duyduğu 500 bin ek yatak kapasitesinin oluşturulması için yaklaşık 75 milyar ABD doları tutarında yatırım gereksinimi öngörülmektedir. Mevcut turizm tesislerinin 15-20 yıllık periyotlarla yenileme yatırımlarına ihtiyaç duyması, Türkiye’deki birçok tesisin kapsamlı renovasyon gerektirdiğini göstermektedir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın merkezi yönetim bütçesinden aldığı pay %0,5’in altında olup, 2024 yılı için tahsis edilen 53,2 milyar TL’lik bütçe, %36’lık artış oranıyla enflasyon dinamiklerinin gerisinde kalmıştır. Cari açığın finansmanında kritik role sahip sektörün ihracatçı teşviklerinden yararlandırılması ve ek vergi yüklerinden korunması gerekmektedir. Yüksek yerli girdi kullanımı ve emek-yoğun yapısıyla öne çıkan sektör, %84’lük sektörel enflasyon ve kur baskısı nedeniyle karlılık sorunlarıyla karşı karşıyadır. Sektörün sürdürülebilir büyümesi için enflasyonun kontrol altına alınması ve kur istikrarının sağlanması öncelikli beklentiler arasında yer almaktadır.
Türkiye’nin toplam turizm konaklama hacminin %25’lik bölümünü iç turizm talebi oluşturmaktadır. İç turizm pazarı, özellikle global ve bölgesel kriz dönemlerinde sektörel istikrarın sürdürülmesinde kritik bir tampon mekanizma işlevi görmektedir. İç turizm potansiyelinin optimum düzeyde değerlendirilebilmesi için, eğitim-öğretim dönemlerinin bölgesel olarak belirli zonlara ayrılarak düzenlenmesi rasyonel bir yaklaşım olacaktır.
Türkiye’de turizm eğitimi, ortaöğretimden lisansüstü düzeye kadar geniş bir kurumsal ağa sahip olmasına karşın, sektörün talep ettiği niteliksel standartları karşılayan mezun profilini oluşturmakta yetersiz kalmaktadır. Turizm eğitiminde sektörle iş birliği yapılmalı, İngilizce öğretilmeli ve Rusça, Çince, Arapça gibi dillerin eğitim müfredatına entegrasyonu sağlanmalıdır.
Turizm endüstrisi, makro ve mikro düzeydeki krizlere karşı yüksek hassasiyet gösteren ve bu krizlerden anlık olarak etkilenen sektörlerin başında gelmektedir. Turizm sektöründe sistemik risk oluşturan başlıca faktörler; jeopolitik çatışmalar, terör tehditleri, pandemik hastalıklar, sosyo-ekonomik istikrarsızlıklar ve güvenlik algısını etkileyen unsurlardır. Türkiye’nin küresel turizm pazarındaki rekabet gücünü artırabilmesi için, reaktif kriz yönetimi yaklaşımından proaktif risk yönetimi paradigmasına geçiş yapması elzemdir. Bolu Kartalkaya’da meydana gelen ve global ölçekte en büyük beş otel yangını arasında yer alan felaket, Türkiye turizm sektöründeki güvenlik standartlarının yetersizliğini çarpıcı biçimde gözler önüne sermiştir. Bu kritik mesele, kapsamlı bir risk değerlendirmesi çerçevesinde ele alınarak, sistematik bir yaklaşımla yeniden yapılandırılmalıdır.
Turizm sektörü 2024 yılı itibariyle Türkiye ekonomisinin en önemli uluslararası rekabet avantajına sahip lokomotif sektörlerinden biri haline gelmiştir. Bu sektörün yukarıda kısaca belirtilen sorunlarının giderilerek teşvik edilmesi ve daha fazla öne çıkartılması gerekli görülmektedir.
Oku