Mehmetcan Şahin
Futbol, yalnızca dünyanın en çok izlenen sporu değil; aynı zamanda insanların kimliklerini, aidiyetlerini ve kolektif duygularını ifade ettikleri bir alan olmuştur. Tribünlerde atılan sloganlar, açılan pankartlar, renkler ve formalar çoğu zaman saha çizgilerinin ötesine geçerek toplumun kültürel, sosyal ve hatta siyasi çatışmalarını yansıtmıştır. Bu yüzden futbol, tarihin farklı dönemlerinde yalnızca bir oyun olarak değil, toplumsal bir sahne olarak da var olmuştur.
Uluslararası ölçekte Katalonya’nın kendine özgü kimliğini temsil eden FC Barcelona ile merkeziyetçi Madrid’in simgesi sayılan Real Madrid arasındaki “El Clásico” bu duruma en bilinen örneklerden biridir. Bu rekabet, yalnızca iki kulüp arasındaki sportif mücadele değil; aynı zamanda Katalonya ile Madrid arasındaki gerilimin bir yansımasıdır.
Benzer şekilde, Osmanlı’nın son dönemlerinde Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oluşan rekabet de yalnızca sahadaki maçlarla sınırlı değildi. Galatasaray, kozmopolit yapısı ve farklı toplumsal kesimlere açık kadrolarıyla “Osmanlıcılık” fikriyle; Fenerbahçe ise İttihat ve Terakki çevrelerinin etkisiyle “Türkçülük”le ilişkilendirilmiştir. Burada söz konusu olan, kulüplerin resmî ideolojileri değil, dönemin siyasi atmosferinde kamuoyunda oluşan algılardı.
Dolayısıyla, futbolda kutuplaşma olgusu yeni değildir. Ancak bu kutuplaşma, geçmişte çoğu zaman sahada ve tribünde ifade edilen toplumsal çeşitliliğin bir parçasıydı. Zamanla toplumsal güç dengeleri değişti, yeni ekonomik ve siyasi düzenler ortaya çıktı ve kulüplerin temsil ettiği değerler de bu değişime göre yeniden şekillendi. Bugün ise futbolun toplumsal temsiliyet kapasitesi, küresel düzeyde yaşanan ekonomik dönüşümle birlikte önemli ölçüde daralmış durumda.
Küresel Ekonomik Dönüşüm ve Türkiye’de Futbolun Yapısal Sorunları
İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Bretton Woods sistemi, sabit kur politikaları ve sermaye hareketlerinin denetimiyle, devlet müdahalesini ve sosyal refahı önceleyen Keynesyen bir düzen yaratmıştı. 1970’lerdeki stagflasyon krizi bu sistemi sarstı. Neoliberal ekonomi politikaları, 1980’lerin başında ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher liderliğinde yükseldi.
Neoliberal dönemde sermaye hareketleri üzerindeki kısıtlamalar kaldırıldı, küresel piyasa entegrasyonu hızlandı. Devletler ve uluslararası kurumlar, sermayenin serbest dolaşımını kolaylaştıracak şekilde yeniden yapılandırıldı. Bu süreç, sağlık ve eğitim gibi daha önce ticari mantığın dışında kalan alanları özel sektöre açtı; futbol da bu dalgadan nasibini aldı.
Futbol, yerel toplulukların kendilerini ifade etme alanı olmaktan çıkarak küresel sermayenin önemli bir yatırım sahasına dönüştü. Yayın hakları, sponsorluklar ve marka gelirleri, sportif başarının yanı sıra, hatta bazen ondan daha fazla belirleyici hâle geldi. Avrupa Süper Ligi girişimi, bu dönüşümün çarpıcı örneklerinden biridir. Dünyanın en büyük futbol kulüpleri kendi inisiyatifleriyle UEFA veya FIFA gibi kuruluşları aşarak daha büyük gelirler elde edebilecekleri bir organizasyon kurma çabasına giriştiler. Her ne kadar UEFA, FIFA ve kamuoyu tepkisiyle bu girişim engellense de güncel turnuvaların formatlarında yapılan değişiklikler ve FIFA’nın genişletilmiş turnuva planları, takvim yoğunluğunu artırarak gelir odaklı yaklaşımı pekiştirdi ve bu büyük kulüplerin istekleri uygulanmaya çalışıldı.
Türkiye’de bu küresel dönüşüm, farklı bir zemine oturdu. Kulüplerin büyük çoğunluğu hâlâ dernek statüsünde. Bazı büyük kulüpler futbol şubelerini anonim şirketlere devretmiş olsa da Batı’daki tam ticari kulüp modeline tam anlamıyla geçilmedi. Buna rağmen, fiilen tüm kulüpler büyük sermaye gruplarının etkisi altında.
Anadolu kulüplerinde sıkça görülen bir tablo vardır: Varlıklı bir iş insanı başkan olur, yüksek maliyetli transferler yapılır, bütçe zorlanır; başarı gelmediğinde yatırımlar kesilir ve kulüp hızla alt liglere düşer. Yakın dönemde Adana Demirspor’un yaşadığı mali sıkıntılar, bu durumun güncel bir örneği. Türkiye’nin taraftar kitlesinin önemli bölümünü elinde bulunduran Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor ise çok daha büyük ölçekte hareket edip harcamalar yaparlar. Ancak mali tablo burada da kırılgandır.
Bu 4 büyük kulüp oyunculara daha büyük bonservis ve ücretler vermektedir. Ayrıca TL’nin değer kaybı, yerel gelirlerin reel değerini düşürmüş; Avrupa kupalarında da son yıllarda ciddi gelir getirecek başarılar elde edilememiştir. Sponsorluk gelirlerindeki artışa rağmen, bu dört büyük kulübün yüksek borç yükleri devam etmektedir. Normal şartlarda bu mali yapı sürdürülemez ve şirketler batardı. Ancak bu kulüpler, ligde yarattıkları ekonomik ve sportif etkiden ötürü “batmasına izin verilemeyecek kadar büyük” görülmektedir. Devlet, borç yapılandırmaları, faiz indirimleri ve ertelemeler yoluyla müdahale eder. Devlet, örneğin 2021 yılında dört büyük kulübün bankalara olan yaklaşık 8,4 milyar TL’lik finansal borçlarını yapılandırmak üzere Ziraat Bankası öncülüğünde bir konsorsiyum aracılığıyla yeniden düzenlemiştir (AA,2021). Finansal desteğin yanı sıra, dernek statüsünden kaynaklanan uzun vadeli arazi ve tesis tahsisleri de bu kulüpler için önemli bir avantaj sağlamaktadır. Şükrü Saraçoğlu Stadyumu Fenerbahçe’ye, Ali Sami Yen Spor Kompleksi Galatasaray’a, İnönü Stadyumunun Beşiktaş’a ve Avni Aker Stadı Trabzonspor’a devlet tarafından uzun süreli kullanım hakkıyla tahsis edilmiştir (Ersoy, 2011). Bu tür destekler, kulüplerin mali yüklerini ciddi şekilde hafifletmekte ve faaliyetlerini sürdürebilmelerini sağlamaktadır. Bu desteklerin maliyeti ise dolaylı biçimde halkın ödediği vergilerle karşılanır. Dolayısıyla, hangi kulübün taraftarı olursanız olun, bu dört büyük kulübün varlığını sürdürmesinin en temel nedeni hepimizin ödediği vergilerdir.
Kutuplaşma ve Temsil Gücünün Daralması
Eskiden kulüpler arasındaki rekabet, toplumsal ve kültürel farklılıkların sahadaki bir yansıması olarak algılanabiliyordu. Bugün ise bu farklılıkların yerini, aynı ekonomik düzen içinde faaliyet gösteren markaların rekabeti aldı. Ancak Türkiye’de artık Galatasaray–Fenerbahçe çekişmesi saha sınırlarını aşarak toplumsal kutuplaşmayı besleyen bir unsur hâline gelmiştir. Sosyal medya, bu gerilimi sürekli yeniden üretmektedir.
Günümüzde futbol, toplumsal temsiliyet alanının daraldığı, taraftarların kulüplerin yönetim mekanizmalarında hiçbir söz hakkına sahip olmadığı ve yalnızca bir gelir kaynağı olarak görüldüğü bir yapıya dönüşmüştür. Ancak toplumsal etkisinin yüksekliği nedeniyle futbol, ülkenin ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlarının gündeme gelmesini çoğu zaman gölgeliyor; kamuoyunun dikkatini ise bu kulüplerin bitmeyen tartışmalarına yöneltiyor.
Yazımı, Manchester United taraftarlarının Avrupa Süper Ligi protestosunda açtığı pankarttaki şu sözlerle bitirmek istiyorum:
“Fakirler yarattı zenginler çaldı.”
Referanslar
AA. (2021, 03 19). Dört büyük kulüp ile bankalar arasında Finansal Yeniden Yapılandırma Sözleşmesi imzalandı. https://www.aa.com.tr/tr/spor/dort-buyuk-kulup-ile-bankalar-arasinda-finansal-yeniden-yapilandirma-sozlesmesi-imzalandi/2181833#:~:text=T%C3%BCrkiye%20Futbol%20Federasyonu%20(TFF)%20Ba%C5%9Fkan%C4%B1,ciddi%20bir%20%C5%9Fekilde%20rahatlataca%C4%9F%C4%B1n%C adresinden alındı
Ersoy, B. (2011, 01 18). HABERVESAİRE: https://www.habervesaire.com/stadyumlar-kimin/ adresinden alındı
Oku