“Doğal” Doğum Tanımı Üzerine: Doğum Politikalarının Kadınlar Üzerindeki Müdahalesi

Fatmagül Aydemir

Doğum, yalnızca biyolojik bir olay değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve siyasal olarak biçimlenen bir deneyimdir. Kadın bedeni üzerindeki müdahaleler, doğum deneyimini yalnızca bireysel değil, aynı zamanda siyasal ve kültürel olarak belirlenmiş bir alan haline getirir. Bu bağlamda, “doğal olan normal doğumdur” gibi ifadeler, ilk bakışta tıbbi bir önerme gibi görünse de arkasında güçlü bir iktidar mantığını barındırır. Bu yüzden yalnızca tıbbi olarak değerlendirilemez. Bu ifadelerin tümü toplumsal cinsiyet düzenini yeniden üreten normatif yargılardır.

Michael Foucault’nun biyopolitika analizine göre modern iktidar biçimleri, yaşamı düzenleme ve yönetme stratejileri üzerine kuruludur. Bu çerçevede düşünüldüğünde doğum politikaları, nüfusun kontrolü ve kadın bedeninin “doğru” kullanımına ilişkin hamleler disipline edici düzenlemenin parçası haline gelir. “Doğal olan” söylemi, vajinal doğumu idealize ederken sezaryeni sapma ya da patoloji olarak kodlar. Bu durum, kadınların bedensel özerkliğini ve kendi bedenleri üzerinde karar verme haklarını sınırlar. “Doğal doğum” bu bağlamda ahlaki bir norm olarak inşa edilir. Bu ahlaki norm, kadını ideal anne figürüyle özdeşleştirir: acıya katlanan, bedensel sınırlarını zorlayan ve toplumsal beklentilere uyum sağlayan bir özne.

İktidarların “doğallık” maskesiyle örttüğü müdahaleler, yalnızca ahlaki değil, ekonomik ve tarihsel bir tahakküm biçimi olarak da değerlendirilmelidir. Kadın bedeni üzerindeki müdahaleler, doğumu bireysel bir deneyim olmaktan çıkarıp, kontrol edilmesi ve yönlendirilmesi gereken bir üretim sürecine indirger. Silvia Federici’nin Caliban ve Cadı adlı çalışmasında vurguladığı gibi, kadınların doğurganlığı tarihsel olarak yalnızca aileyi değil, aynı zamanda işgücünü yeniden üretmenin aracı olarak görülmüştür. Bu yüzden doğum süreçlerinin “doğal” olarak sunulması, aslında kadın bedeninin üzerindeki denetimi görünmez kılmak ve onu toplumsal üretimin bir parçası olarak disipline etmektedir. Doğallık söylemi, kapitalist yeniden üretim rejiminin çağdaş bir uzantısı ve görünmez ideolojik taşıyıcısı haline gelir.

Feminist literatür ise, doğumun kadınlar için biyolojik ve politik çok katmanlı bir deneyim olduğunu vurgular. Örneğin Iris Marion Young, kadın bedeninin “kamusal düzenlemelerle çevrili özel bir alan” olduğunu söylerken, onun hem toplumsal hem de politik olarak ne kadar müdahaleye açık olduğunu işaret eder. Bu yüzden, bu alanın gerçekten özgürleşmesi için, onu çevreleyen yapısal müdahalelerin de çözülmesi gerekir. Özgürleştirme söylemi, kadınların tercihlerinin ve bu konu bağlamında bilhassa doğum yöntemi tercihlerinin çok katmanlı olduğundan bağımsız düşünülemez. Doğum tercihi, sınıfsal, kültürel ve tarihsel koşullar içinde şekillenir. Bu nedenle gerçek bir tercih ancak bilgiye eşit erişim ve baskıdan arınmış bir karar ortamıyla mümkün olabilir.

Kadınların doğum deneyimlerine müdahale uluslararası ölçekteki örnekler üzerinden de gözlemlenebilir. Örneğin Hollanda’da doğumun evde veya hastanede gerçekleşmesi kadınların tercihine bırakılırken, devlet doğumun yöntemine dair bilgilendirici ve destekleyici bir tutum benimser. Buna karşın İran gibi bazı ülkelerde sezaryeni azaltmak için uygulanan politikalar, kadınlar üzerinde cezalandırıcı ve yönlendirici baskılara dönüşebilmekte; örneğin sezaryen talep eden kadınlara yaptırım uygulanmakta, sağlık personeli ekonomik teşviklerden yoksun bırakılmaktadır. Brezilya’da ise özel sağlık sisteminde sezaryenin teşvik edilmesi, üst sınıf anneliğin bir normu haline gelmiş, buna karşı feminist tepkiler doğmuştur.

Bu örneklerin tümü, doğum tercihlerinden her birinin ve her kararın farklı bağlamlarda politikleşebildiğini göstermektedir. Bu nedenle doğum politikalarını yalnızca sağlık hizmetleri çerçevesinde değil, patriyarkal normlar, neoliberal biyopolitika, kapitalist yeniden üretim ve toplumsal cinsiyet rejimleriyle ilişkili olarak tartışmak gerekir. Kadınların bedeni üzerindeki haklarını korumak, onları belirli bir doğum biçimine yönlendirmekle değil; seçeneklerini tanımak, bu seçenekleri eşit biçimde erişilebilir kılmak ve öznel karar verme hakkını güvence altına almakla mümkündür.

Referanslar

Duden, B. (1991). The woman beneath the skin: A doctor’s patients in eighteenth-century Germany. Harvard University Press.

Federici, S. (2020). Caliban ve cadı: Kadınlar, beden ve ilksel birikim (B. Şahiner, Çev.). Otonom Yayıncılık. (Orijinal eser 2004 tarihinde yayımlanmıştır)

Foucault, M. (2011). Toplumu savunmak gerekir (Ş. Aktaş, Çev.). Yapı Kredi Yayınları. (Orijinal eser 1997 tarihinde yayımlanmıştır)

Foucault, M. (2010), The Birth of Biopolitics: Lectures at the College de France 1978-1979, Michael Senellart (ed), Graham Burchell (çev.), New York: Palgrave Macmillan.

Young, I. M. (1984). Pregnant embodiment: Subjectivity and alienation. The Journal of Medicine and Philosophy, 9(1), 45–62. https://doi.org/10.1093/jmp/9.1.45

Oku

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Arş. Gör. Fatmagül AYDEMİR

Lisans: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Yüksek Lisans: Orta Doğu Teknik Üniversitesi (devam ediyor)

Araştırma Konuları : Çağdaş Siyaset Kuramları, Siyasal Düşünceler Tarihi, Sosyal Hareketler, Özelleştirme, Toplumsal Cinsiyet.

Latest videos