Türkiye'nin 2023 Vizyonunda Üniversiteye Giriş Sistemi Kongresi: Sorunlar, Öneriler, Çözümler...
21.04.2009

Atılım Üniversitesi tarafından Türkiye’nin 2023 Vizyonu çerçevesinde her yıl düzenlenen ve artık gelenekselleşen Kongrede; milyonlarca insanı ilgilendiren “Üniversiteye Giriş Sistemi” değerlendirildi.

Atılım Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, YÖK’nun 2010 yılından itibaren iki aşamalı sınav sistemine geçme kararı  ile ilgili olarak; üniversitenin elit eğitiminden kitle eğitimine geçtiğini belirtti. Türkiye’de yüz kırk üniversite olduğunu ve buna rağmen üniversiteye girişte yığılmalar yaşandığına değinen Özgenoğlu, yanlış yerleştirmelerin, yer değiştirmelere neden olduğunun da altını çizdi.

Mevcut giriş sisteminde, öğrenci bilgi- becerisine bakılmadan  puan bazlı yerleştirme yapıldığını değinen Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu, en köklü çözümün YÖK Başkanı’nında belirttiği gibi “talebi karşılayacak arzı yaratmak” olduğunu söyledi.

Atılım Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İsmail Bircan ise bu Kongre ile üniversiteye giriş sisteminin nasıl olması gerektiği, ne gibi değişikliklerle tüm toplumun kucaklanabileceği sorularının yanıtlarının aranacağını belirtti.

 Prof. Dr. İsmail Bircan, toplumun üniversiteleri, ilim, irfan yayan bir bilim yuvası şeklinde tanımladığını belirterek, nitelikli insan yetiştirmede, üniversite giriş sınavının yeterliliği üzerinde düşünülmesi gerektiğini vurguladı.

Üniversiteye giriş sınavının iki temel amacı olduğuna değinen Bircan, bunlardan ilkinin başarı ve yetenekte üstün olanları, diğerinin ise bilgi birikimi olanları seçme olduğunu söyledi. Prof. Bircan, konuşmasında insan kaynağını desteklemek amacıyla yaşam boyu eğitimin önemine de değinerek; sınava odaklı eğitimin, adayların ruh sağlığını tehdit ettiğini,  sınava girenlerin çoğunun istemedikleri bir üniversiteye yerleştiklerini ve okudukları bölümden memnun olmayarak değişiklik yapmak istediklerini ifade etti. 2008 yılında ilk beş tercihine giren ve girdikleri bölümü değiştirmek istemeyenlerin oranının sadece %3 olduğunu belirten Prof. Dr. İsmail Bircan, bütün çaba ve harcamaların “sadece bu %3’lük kısmı memnun edebilmek adına mı yapıldığının” sorgulanması gerektiğini kaydetti.

Kongre’nin ilk oturumunda söz alan ÖSYM Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Çavuşoğlu, 1974 yılından günümüze kadar değişen üniversite sınav sistemlerinin genel çerçevesini çizerek, üniversite sınav sistemindeki değişimin, teknik dallara öğrenci alımını nasıl etkilediğini ortaya koydu. Bu noktada, 1998 sonrası sınav sisteminin tek aşamalı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Çavuşoğlu, üniversite sınav sistemine ilişkin en önemli sorunlardan birisinin, öğrencilerinin alanları dışında seçmek istedikleri bölümlerde katsayı engeli ile karşılaşmaları olduğunu ifade etti. Bu çerçevede, 2006 yılında üniversite sınavına giren öğrencilerden ancak %1,5’inin alanı dışında bir bölüme yerleşebildiğini, ayrıca bir üniversiteye yerleşmede en dezavantajlı grubun, sözel gruptaki öğrenciler olduğunu kaydetti. Bu alanda sınava giren öğrenci sayısının çokluğuna karşın kontenjanlarının son derece az olmasına değindi.
Prof. Dr. Çavuşoğlu, şu anda uygulanmakta olan sistemin seçiciliği azalttığını, özellikle sayısal alanda kaliteyi düşürdüğünü, adayların bir kısmının 120, bir kısmının 180 soru cevaplandırdığını, alanı dışında bir bölüme girmek isteyen bir öğrencinin ise 180’nin üzerinde soru cevapladığını vurguladı ve çoktan seçmeli sınav sisteminin sentez ve analiz yapmayı engellediği belirtti. Ancak, tüm bu olumsuzluklara rağmen, tek aşamalı olan mevcut sistemin, sınav masrafları ve öğrencinin stresini azalttığını kaydetti.

İkinci oturumda söz alan Selçuk Üniversitesi Öğretim Üyesi Ali Şafak Balı “Toplumsal Şizofreni Olarak Üniversitelileştirme Projesi” başlıklı sunumunda ailelerin çocuklarını ilköğretimden itibaren üniversitelileştirme eğiliminin nasıl bir toplumsal şizofreniye yol açtığına değinerek “Her çocuk üniversiteli olmalı mıdır? Üniversite sınavının eleğinden geçmeli midir? Aileler  çocuklarını üniversiteli yapmak isterken hangi gerekçelere sahiptirler? Neden bu hastalığa yakalandık?” sorularına dikkat çekti. Balı, bu hastalığın, üniversitelileştirme saplantısının en vahim tarafının; her hangi bir bilimsel kaygıdan uzak, meslek edinmeye, prestij kazanmaya kendini kanıtlamaya dönük olması ve verilen eğitimin niteliğine ilişkin  beklentiler taşımaması olduğu saptamasında bulundu.

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Ömer Kutlu ise “Sistem Bütünlüğü İçerisinde Üniversiteye Öğrenci Akışı” başlıklı sunumunda Türkiye’de öğretim sürecinde öğrencilerin ilgileri, değerleri ve yetenekleri doğrultusunda bir üst eğitim basamağına ve bir mesleğe yönlendirilmelerinin son derece ihmal edildiğine değindi. Kutlu, yükseköğretime öğrenci yerleştirmede uygulanan sistemin ortaöğretim süreci sonunda gerçekleştirilmesinin,  istenen öğretim programına yerleşmede ve uygun tercihlerin yapılmasında sakıncaları bulunduğuna dikkat çekti.

İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Sinan Zeyneloğlu “Üniversite Kapısında Yığılma: Gelir Dilimleri Bazında Ayrışma” başlıklı sunumunda 2005 verilerine göre her yıl liseden mezun olan öğrenci adedi ile yükseköğretim yapmaya hak kazanan öğrenci adedi arasında sanıldığı kadar yüksek bir farkın olmadığına dikkat çekerek üniversite kapısındaki yığılmanın asıl nedeninin geçmiş sınavlarda herhangi bir programa yerleşemeyen ya da yerleştiği programlardan memnun olmayan öğrencilerin sonraki yıllarda tekrar sınava girmeleri olduğunu belirtti. Zeyneloğlu’nun dikkat çektiği bir diğer konu ise yüksek gelirli ailelerden düşük gelirli ailelere doğru gidildikçe meslek lisesi mezunlarının azalması oldu. En yüksek gelir grubunda eğitim çağını tamamlamış 23-27 yaş arası gençlerin %6’sı meslek lisesi mezunu iken en düşük gelirli ailelerde bu oran %2’ye düştüğüne değinen Zeyneloğlu, özellikle dar gelirli ailelerin, çocuklarını ilköğretimden sonra ya hiç okutmadıklarını ya da üniversiteye gönderme amaçlı olarak düz liseye gönderdiklerini belirterek,  bu bağlamda Türkiye’nin mevcut istihdam profilinde üst düzey yönetici ya da mühendisten ziyade ara elemana ihtiyaç duyulduğuna dikkat çekti.

YÖK Eski Başkan Vekili ve Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.  İsa Eşme de Atılım Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “2023 Vizyonunda Nasıl Bir Üniversiteye Giriş Sistemi” başlıklı Kongre’nin ikinci günü olan 17 Nisan’da söz almanın Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü denk gelmesi nedeniyle ayrı bir önem taşıdığını söyleyerek Atılım Üniversitesi’ne böyle bir etkinliği düzenledikleri için teşekkür ederek sözlerine başladı.

Eşme yaptığı konuşmada üniversiteye giriş sisteminin amacı ve ölçtüğü beceriler, sınavın geçirdiği aşamalar, 1999 ve 2005 yıllarında yapılan değişiklikler, sınavsız geçiş ve katsayı sistemi, ÖSS’nin başardıkları ve başaramadıkları konular ve sınavın lise eğitimine etkilerini anlattı.

Dünya ölçeğinde yapılan TIMMS, PISA gibi ölçme teknikleri verilerinden hareketle Türkiye’de ortaöğretim  seviyesindeki öğrencilerin matematik ve fen alanlarında 31 ve 32. sıralarda yer aldıklarını, bu seviye ile Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle aynı sınıfta yer aldığına dikkat çekti. Dünya ölçeğindeki bu sıralamanın çok az sayıda öğrencinin iyi eğitildiği anlamına geldiğini söyleyen Eşme, konuşmasının devamında Türkiye’de uygulanan üniversiteye giriş sistemini değerlendirdi. İlk kez 1974’te tek basamaklı olarak yapılan üniversite sınavlarının 1981’den 1999 yılına kadar iki basamaklı olarak uygulamasından sonra yeniden tek basamaklı sisteme geçildiğini anlattı. 2002 yılında öğrencileri  meslek liselerine özendirme ve yüksek okul eğitimine yönlendirme amacıyla ÖSYM’nin “Sınavsız Geçiş Sistemi”ni başlattığını, ancak sistemin ortaöğretim bitirme sınavıyla desteklenmemesi nedeniyle verimli sonuç alınamadığını dile getirdi. Eşme 2005 yılında yapılan değişiklikle iki basamaklı olarak uygulanan sınavda hedefin lise 2 ve 3. sınıflarda verilen eğitimin niteliğini arttırarak lise son sınıf öğrencilerini dershane odaklı olmaktan kurtarmak olduğunu; ancak bu sistemin lisenin son iki sınıfının heba edilip dershanelere verilen ağırlığın artmasıyla sonuçlandığını belirtti.
2002 yılında başlanan katsayı uygulamasına da değinen Eşme, amacın lise döneminde öğrencilerin belli alanlara yönlendirilerek meslek yüksek okullarına yerleşecek öğrencilere kolaylık sağlamak olduğunu, fakat uygulamada meslek yüksek okullarına kabul edilen öğrencilerin niteliğinde bir düşüş söz konusu olduğunu kaydetti. Katsayı uygulamasına yönelik eleştirilere ise sınava giren öğrenciler arasında meslek lisesi mezunlarının matematik 2 bölümünden ortalama 2,05; fen 2 bölümünden ise ortalama 2,17 soruyu cevapladıklarını, dolayısıyla başarıya etkisinin çok düşük olduğunu söyledi.

Öğrenci Seçme Sınavının başardığı ve başaramadığı konulara da değinen Prof. Dr. Eşme adayları çalışmaya motive etme, çoktan seçmeli soru mantığına ilişkin bilgi edinme, yüksek öğretime devam edecek öğrenciler arasından en başarılıları seçme olarak sıraladı. Mevcut sınav sisteminin analiz, sentez, değerlendirme yeteneğini geliştirmeye yönelik sözlü ve yazılı anlatımla kendini ifade etmeye dönük bir ölçme sistemi olmayışının ise sistemin yol açtığı başarısızlık olduğunun altını çizdi.

İsa Eşme’nin konuşmasında değindiği bir diğer konu da sınavın lise eğitimine etkileri oldu. Öğrencilerin sınava hazırlık amacıyla yoğun geçen son iki senelerinin lise eğitimi açısından önemli sorunlara yol açtığını belirtti.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi ve kapanış oturumu başkanı olan Prof. Dr. Burhan Şenatalar, 2023 vizyonundaki kilit noktanın kadın eşitliği olduğunu belirterek;  Avrupa Birliği’nin yirmi yedi ülkesindeki iki ortak özelliğin nüfusun durağanlaşması ve kadının toplumdaki yeri olduğuna değindi ve eğitim planlamalarımız büyük farklılık arz edeceğini dile getirdi. 

Prof. Dr. Burhan Şenatalar, Türkiye’deki üniversitelerin yapısına bakıldığında çok merkeziyetçi, çeşitlenmeye ve farklılaşmaya kapalı, ve siyasal anlamada çoğalmaya açık oldukları görüldüğünü kaydetti. Sınav sistemi yanında “nasıl bir insan yetiştirmeliyiz?” sorusunun yanıtlanması gerektiğini dile getiren Şenatalar, günün koşullarına göre değil, geleceğin ihtiyaç ve koşullarına göre, daha farklı bir anlayışla insan yetiştirilmesi gerektiğini belirtti.